Kendine Karşı
Cioran’dan devam. Çürümenin Kitabı, bir fraktal..
Bir zihin bizi ancak bağdaşmazlıklarıyla, hareketlerinin gerilimiyle, fikirlerinin eğilimlerine ters düşmesiyle çeker. Uzun seferlere çıkan Marcus Aurelius, İmparatorluk fikrinden ziyade ölüm fikri üzerine eğilir; Julianus, imparator olduğunda tefekkür yaşamını özler, bilgelere özenir ve gecelerini Hıristiyanlar’a karşı yazılar yazmakla geçirir; Luther, bir vandal hayat doluluğuyla günah saplantısına dalar ve sıkıntıdan patlar, incelikleriyle kabalığı arasında bir denge de kuramaz; kendi içgüdüleri hakkında yanılan Rousseau ise sadece içtenliğinin fikriyle yaşar; tüm eseri kuvvet için yazılmış bir güfte olan Nietzsche, dokunaklı bir yeknesaklıktaki silik bir varoluş sürdürür…
Zira bir zihin ancak istedikleri hakkında, sevdiği ya da nefret ettikleri hakkında yanıldığı ölçüde önemli olur; birçok olduğu için, kendini seçemez. Sarhoşluğa kapılmayan bir karamsar, acılık taşımayan bir ümit propagandacısı ancak hor görüye lâyık olur. Geçmişine, görgülülüğe, mantığa ya da dikkatliliğe hiç ilgi göstermeyen kişi, kendisine bağlanılmasına layıktır sadece: Olaylara bir başarısızlık art düşüncesiyle dalan bir fatih, ya da içindeki var kalma içgüdüsünü yenmemiş bir düşünür nasıl sevilir? Kendi yararsızlığına saplanıp kalmış kişi, artık bir hayatı olmasını arzulamaz … Bir hayatının olup olmaması başkalarını ilgilendirecektir… Kendi çalkantılarının havarisidir, artık ideal bir zatiyetle kendini meşgul etmez; tek doktrini mizacıdır, tek bilgisi de ömrünün kaprisi…