İletim, İletişim Ve Diğer Ağların Yol Açtığı Zihinsel Diaspora
Baudrillard, Şeytana Satılan Ruh’ta “Artık olayla, canlandırılmış görüntüsü arasında bir mesafe, bir boşluk, bir orada olmama durumu yok. Ekrana baktığımızda doğrudan sanal görüntü evreninin içine yerleşiyoruz.” diyor özetle. Naçizane bir hatırlatma…Sanat, manat bunları çok fazla gözünüzde büyütmeyin.
Video, interaktif ekran, mültimedya, İnternet, Sanal Gerçeklik. Dört bir yandan interaktif süreçler tarafından kuşatılmış bulunuyoruz. Birbirinden farklı şeyler birbirine karıştı. Hiçbir yerde artık mesafe bilinci diye bir şey yok. Cinsiyetler, karşıt kutuplar, sahne ve salon, oyuncular, özne ve nesne, gerçek ve ikizi arasındaki mesafe ortadan kalktı.
Birbirine karışan terimler, birbirlerine toslayan kutuplar değer yargılarını dümdüz ettiler. Artık ne sanat, ne ahlâk ne de politika alanında değer yargılarından söz edilemez.
Mesafeyle mesafe “pathos”unun saf dışı edilmesi herhangi bir konuda konuşmayı olanaksızlaştırmaktadır.
Olay ve gerçek zaman dilimi içinde yayınlanan görüntüleri arasındaki yok denilecek kadar kısa zamansal mesafe, değerlendirme konusunda bir kararsızlığa yol açmakta ve olaya tarihsel boyutunu elinden alan bir sanallık yükleyerek, belleğimizde yer etmesini engellemektedir. Bundan böyle genel birVideo, interaktif ekran, mültimedya, İnternet, Sanal Gerçeklik. Dört bir yandan interaktif süreçler tarafından kuşatılmış bulunuyoruz. Birbirinden farklı şeyler birbirine karıştı. Hiçbir yerde artık mesafe bilinci diye bir şey yok. Cinsiyetler, karşıt kutuplar, sahne ve salon, oyuncular, özne ve nesne, gerçek ve ikizi arasındaki mesafe ortadan kalktı.
Birbirine karışan terimler, birbirlerine toslayan kutuplar değer yargılarını dümdüz ettiler. Artık ne sanat, ne ahlâk ne de politika alanında değer yargılarından söz edilemez.
Mesafeyle mesafe “pathos”unun saf dışı edilmesi herhangi bir konuda konuşmayı olanaksızlaştırmaktadır.
Olay ve gerçek zaman dilimi içinde yayınlanan görüntüleri arasındaki yok denilecek kadar kısa zamansal mesafe, değerlendirme konusunda bir kararsızlığa yol açmakta ve olaya tarihsel boyutunu elinden alan bir sanallık yükleyerek, belleğimizde yer etmesini engellemektedir. Bundan böyle genel bir görünüm kazanmış Larsen etkisi altında olduğumuz söylenebilir.
Bu suç ortaklığıyla bu birbirlerine toslayan kutuplar her yerde ağırlıklarını hissettirmeye başladılar.
İş artık reality show programlarında anlatılan öykünün televizyonda anında acting (canlandırılması) boyutuna ulaştı. Dolayısıyla gerçekle görüntüsü iyiden iyiye birbirlerine karışmaya başladı.
Artık olayla, canlandırılmış görüntüsü arasında bir mesafe, bir boşluk, bir orada olmama durumu yok. Ekrana baktığımızda doğrudan sanal görüntü evreninin içine yerleşiyoruz. Ekrandaki görüntünün içine sanki yaşamın içine girercesine dalıyoruz. Yaşantımızı üstümüze bir tür dijital tulum gibi geçiriyoruz. Fotoğraf, sinema ve resim sanatlarına özgü bir sahneyle bir bakış olayı varken; video ve bilgisayar ekranından yansıyan görüntüde Mc Luhan’ın daha önce söylediği gibi bir tür içine gömülme, bir tür göbek bağı durumu, “dokunsal” bir karşılıklı etkileşim süreci söz konusudur. Tıpkı bilimin genomlarla genetik kodun içine süzülerek vücudumuzu biçimsel dönüşüme uğratmaya çalışması gibi, biz de, akıp geçen imgesel tözün içine dalarak onu değiştirmeye çalışıyoruz.
Tüm “sanal” (İnternet, kelime işlemciler) metinler konusunda da benzer bir yaklaşım sergiliyoruz. Sanal metin bir tür sentetik imge görevi yaptığı için, metin ya da aşkın bakışla bütün bağları kesilmiş oluyor. Zaten ekran başına geçildiği andan itibaren metni bir metin değil bir imge olarak algılıyoruz. Yazım etkinliğinin karşılıklı bir etkileşim süreci değil de tek başına gerçekleştirilen bir süreç olabilmesi için metinle ekranın, metinle imgenin birbirlerinden ayrı olmaları gerekiyor.
Tıpkı tiyatro salonunda seyircinin oyuna katılan bir oyuncu olabilmesi için sahne ve salonun birbirlerinden ayrı olması gerektiği gibi. Günümüzde her şey sanki bu ayrımı ortadan kaldırmayı hedefliyor: İzleyicinin gösterinin/gördüklerinin içine gömülmesi gerekiyor, living theatre, happening.
Gösteri böylelikle bir şenlik, karşılıklı etkileşim sürecine dönüşüyor. Bu noktada gösteri sona ermiştir diyebilir miyiz? Herkesin oyuncu olduğu bir yerde eylem diye bir şey söz konusu olabilir mi?
Estetik yanılsama burada noktalanmaktadır.
Bugüne kadar çalışıp çabalayıp birbirlerinden mesafe bilinci aracılığıyla ayrımlamaya, farklı cinsellikler yüklemeye, aşkınlaştırmaya, yüceltmeye, biçimsel dönüşüme uğratmaya çalıştığımız ne varsa, hepsini, durup dinlenmeden birbirine katıp, karıştırmaktan başka bir şey yapmıyoruz. Gerçekliğin elinden çekip aldığımız ne varsa hepsini zorla görsel/gerçekliğe dönüştürmeye çalışıyoruz. Gerçekliği ele geçirip, işlemselleştirmenin teknik bir yolu her zaman olmuştur. “Siz düşlediniz, biz gerçekleştirdik”. Yok etmek için bunca çaba harcadığımız ne varsa, şimdi onları onarabilmek için ne çok ter döküyoruz. Aslında, bunun inanılmaz indirgemeci, revizyonist bir çaba olduğu söylenebilir.
Sanal evrende -sayısal, bilgisayar, integral hesapları- herhangi bir şeyin yeniden canlandırılabilmesi olanaksızdır. Bu bir sahne değildir, dolayısıyla ortada bir mesafe, eleştirel ya da estetik bakış olduğu söylenemez. Bu muazzam bir içine gömülme sürecidir. Bu medyatik evrenden üzerimize salınan akıl almaz sayıdaki imgenin yeniden canlandırma düzenine değil, dekadan ve görsel tüketim düzenine ait olduğu söylenebilir.
Bu imgeler bizi eğitip, bilgilendirmiyorlar/bilinçlendirmiyorlar, yalnızca haber verip, haberdar olmamızı sağlıyorlar. Bu imgelerden yola çıkarak herhangi bir gerçekliğe ulaşabilmek olanaksızdır. Bu imgeler bizim politik gerçekliği bile anlamamızı sağlayamazlar. Bu anlamda bir savaşın yeniden canlandırılması/sunulması bile mümkün değildir. Bir savaşın olması kendi başına yetmiyormuş gibi karşımıza bir de yeniden canlandırılma olanaksızlığı çıkmaktadır (olayı istediğiniz kadar görselleştirin ya da görselleştirmeyin bu konuda yapacak bir şey yoktur). Irak ve Körfez Savaşları bunun çarpıcı örnekleri olarak gösterilebilir.
Eleştirel bir algılama, gerçek bir haber/bilgi olabilmesi için görüntülerin savaş görüntülerinden farklı imgeler olması gerekiyor. Oysa gösterilenler hep savaş görüntüsüdür. Bize artık bunlardan başka görüntüler sunulmamaktadır. Şiddetin sıradanlaştığı savaşa bir de görüntülerin sıradanlaşmış şiddeti eklenmektedir. Teknik açıdan sanal bir şeye dönüşen savaşa bir de imgelerin sayısal sanallığı eklenmektedir.
Politik çıkarların ötesine geçerek, günümüzde, savaşın nasıl bir şey olduğu sorulacak olursa bunun dünya düzenine özgü vahşi bir ‘kültürsüzleşme’ (acculturation) aracı olduğu söylenebilir. İletişim araçları ve imgelerin savaş adlı Bütünsel gerçekliğin bir parçası oldukları ve dayatılan bir tür kurnazca türdeşleştirmeye hizmet ettikleri söylenebilir.
İmgelerden yola çıkarak dünyayı kavrayabilme olanaksızlığının yanı sıra, haberden yola çıkıp eylem ve kolektif bir iradeye yöneliş de olanaksızdır. Duyarsızlaşma ve eyleme geçme arzusundan yoksun olunmasının nedeni kayıtsızlık ve genel anlamda bir ilgisizlik değildir. Sorun yeniden canlandırmanın izleyiciyle olan göbek bağının kopmuş olmasıdır.
Artık ekranın yansıttığı bir şey yoktur. İnsan sanki bir tür sırsız aynanın gerisinde durduğu gibi bir hisse kapılmaktadır. Siz dünyayı görebiliyorsunuz ancak dünya sizi göremiyor, size bakmıyor. İnsan ancak kendisine bakan şeyleri görebilir. Ekran her türlü ikili ilişkiyle her türlü “yanıtlama” olasılığının arasına giriyor/engelliyor.
İşte bu yeniden canlandırma konusundaki kusur yalnızca eyleme geçilmesine engel olmakla kalmayıp bir haber, bir imge, Sanallık ve ağlara özgü etiğin de oluşmasını imkânsızlaştırıyor.
Bu durumda geriye iletim, iletişim ve diğer ağların yol açtığı zihinsel diasporayla ileti aracına özgü o akıl dışı performans kalıyor.