Yazının Okunmaz Kullanımı
“Günümüz Sanatında Yazının Plastik Bir Dil Olarak Dışavurumsal Kullanımı” bir bitirme tezi, Güneş Oktay tarafından yazılmış. Dikkatimi çeken kısım -içinde her ne kadar görsel şiir konusu nadiren geçmiş olsa da bir akım olarak- aşağıdaki başlık altında olan ve tezi kapsayan “okunamazlık” ya da “okunmazlık” olgusu. Yazı’nın, Harfin ya da Hurufatın sanat eserinden önce kovulması sonra da yeni zamanlarda kolajla birlikte yeniden eserin gövdesine sızması hali önemli geliyor bana.
Sanat tarihsel sürece bakıldığında günümüz sanatında da yazının plastiğinin farklı yöntemlerle ortaya çıkarıldığı görülür. Sanatçının yarattığı kurguya göre çeşitlilik gösteren bu yöntemlerde önemli olan sanatçının öznel dilidir. Yazı bazen duyguları direkt aktarma biçimi olarak kullanılırken bazense yazı ile içerisinde barındırdığı anlam ilişkisinin dolaylı yollarla ortaya çıkarılan kurgusudur. Yazının kendi plastiğini kullanarak desene, fırça izlerine ya da boya katmanları içerisine dahil edilmesi ya da okunamayan bir yazının tamamen görsel olarak algılanmasıyla öne çıkan yazının plastiği yapıt içerisinde diğer elemanlar gibi plastik bir öğe olarak yer bulmasına neden olurken anlam yapıtın bütününde aranır. Böylelikle yapılan işlerin çeşitliliğine göre yazının yapıta dahil olduğu süreç de değişiklik gösterirken yazı plastik bir dil olarak yapıta dahil edildiğinde artık önemli olan yazının ne dediği değil ortaya çıkan eserin içerisinde barındırdığı anlam, eserin ne söylediğidir.
(…)
Okunmaz olarak yazılan ya da okunması mümkün olmayan yazılar anlamsal bir içeriği doğrudan işaret etmediği gibi soyut bir görüntü çağrıştırır. Okuyarak anlama refleksini yanıltan okunmaz yazılar, sanatçının vermek istediği mesajı daha dolaylı ve kapalı yolla verir. Bazen okunamamazlığın verdiği eleştiri bazense çokluğun yarattığı güçlük sonucu okumanın atlanmasını amaçlasa da sanatçılar, nasıl ki yazı iletişimin aracıysa; yazının okunmaz yazımıyla da sanatçı kendi diliyle bir iletişim kurmaya çalışır.
Eğer yazı dilin temsiliyse, Foucault’ya göre “dilin varlığı bir kez ortadan kaldırıldıktan sonra, geriye bir tek, temsilin içindeki işleyişi kalmaktadır: doğası ve söylem yetenekleri”*. Yazının okunmazlığı sonucu ortadan kalkan dilin varlığı artık sanat eserinin içerisinde var olur ve sanatçının amacına uygun olarak temsilin işleyişi ortaya çıkar.
Okunmaz kelimeler sonucu kelimelerle işaret edilen fikirler bulanıklaşır, dilin temsiliyeti de dolaylı olarak kurulur. Okunmaz kelimelerin bir araya gelmesiyle kurulan düzenin bütünü artık yeni bir dil ve anlam kazanır.
Sanat eserinin bir parçası haline gelen yazı plastik bir dil olarak ifade edilebilirken, sanatçı okunamamanın verdiği gizemden yararlanabilir, izleyiciyse kendi içgüdüsü ve çıkarımlarıyla eser hakkında kendine ait bir fikir elde edebilir. Çünkü artık yazının baskın olan yol gösterici özelliği ortadan kalkmıştır. Sanatçı tarafından kurulan düzen izleyiciye yol gösterir. El yazısının varlığı ise, izleyiciyi tıpkı resimdeki fırça izlerinden yaptığı çıkarımlar gibi el yazısının karakteriyle eseri okumaya teşvik eder. Yazının kaligrafik ya da iş içerisinde kurulan kompozisyona göre tipografik özelliği ön plandadır. Dolayısıyla iletişim, kelimelerin bir araya gelerek oluşturduğu anlam üzerinden değil, yazının plastik dili ya da okunmazlığıyla oluşturulan düzen üzerinden kurulur.
* Michel FOUCAULT, Kelimeler ve Şeyler, s:132