Şimdi ve Burada
Paz, Çamurdan Doğanlar (Romantizmden Avangarda Modern Şiir) kitabında, bugün, gelenek, modern, eleştiri arasında keskin ve güçlü bağlarla örüyor yazı. Bugün ve şimdi, burada olmak üzerinden okunduğunda şiir, modernitenin sultasından belki de ancak bugün ve şimdi kurtulacak, kurtulabilir, benim gözümde…
Bizim modernliğimizi öteki çağların modernliğinden ayıran şey, önemli olmakla birlikte yeni ile şaşırtıcı olana tapmamız değil; modernliğimizin bir yadsıma, yakın geçmişin bir eleştirisi, sürekliliğin kesintiye uğratılması olduğu gerçeğidir. Modern sanat yalnızca eleştiri çağının çocuğu olmakla kalmaz, aynı zamanda kendisinin eleştirmenidir. Yeni tam olarak modern değildir, çifte patlayıcı bir şarj taşımıyorsa eğer: Geçmişin yadsınması ve farklı bir şeyin olumlanması. Bu “bir şey” son iki yüzyıl boyunca -ön-romantiklerin duyarlığından Duchamp’ın meta- ironisine- ad ve şekil değiştirmiş, ancak her zaman farklı olan olmuştur, egemen gelenekten uzak ve ona yabancı, şimdinin içine patlayarak giren ve onun yönünü beklenmedik bir doğrultuda değiştiren bir tekillik. O, çelişkili tuhaflıktır, etkin karşıtlıktır. Yeni olan, yeniliği yüzünden değil, farklılığı yüzünden baştan çıkarır bizi. Bu farklılık yadsımadır -zamanı ikiye bölen bıçaktır: Önce ve şimdi.
Modernlik, çok eski olanı, ancak şimdinin geleneğini yadsır ve farklı bir gelenek önerirse, benimseyebilir. Aynı karşıt güçlerce yeni olarak kutsanan eski, bir geçmiş değil bir başlangıçtır. Çelişkilere olan tutkumuz onu yeniden canlandırır, ona yaşam verir ve onu çağdaşımız kılar. Modern sanat ile edebiyat çok eski ve uzak olanın sürekli yeniden keşfinden oluşur, Herder’in ortaya çıkardığı Germen halk şiirinden Pound’un yeniden yarattığı Çin şiirine, Delacroix’nın Doğusundan Breton’un onca sevdiği Güney Denizleri sanatına. Bütün bu resimlerin, heykellerin ve şiirlerin estetik ufkumuzda belirişi, bir kopuşu, bir değişimi göstermiştir. Bu yüzlerce ve binlerce yıllık yenilikler, geleneği tekrar tekrar kesintiye uğratmıştır; modern sanatın tarihi, yok olmuş uygarlıkların sanat biçimlerinin yeniden canlandırılmasıyla bağlantılıdır. Sürpriz estetiğinin belirimleri olarak, ancak daha çok eleştirel yadsımanın ana özgü ete kemiğe bürünmeleri olarak, arkaik sanatın ve uzak uygarlıkların ürünleri süreksizlik geleneğine doğal olarak oturur. Bunlar, modernliğin maskeleri arasında yer alır. Modern gelenek, eski ile çağdaş arasındaki ve çok uzak ile el altında olan arasındaki ikili ayrımları siler. Bu farklılıkları çözen asit eleştiridir. Eleştirel tutku: Aşırı, kabına sığmayan eleştiri sevgisi ve onun yapıları çözmede kullanılan şaşmaz gereçleri, ama aynı zamanda nesnesine aşık olan, yadsıdığı şeyin aşkıyla yanan eleştiri. Kendisini seven ve kendisiyle savaşan eleştiri, kalıcı hiçbir şeyi olumlayamaz ya da hiçbir ilkeyi temeli olarak alamaz; tek ilkesi, bütün ilkelerin yadsınmasıdır, sürekli değişimdir. Bu kültün köklerinin kendine özgü bir zaman kavrayışında olduğunu bilmezsek, onun anlamını kavrayamayız. Eskiler için, bugün dünü yineler; modernler için, bugün dünü yadsır. İlk durumda zaman, düzenleyici bir etmen olarak, değişmelerin ve İstisnaların, aslında kuralın değİşmeleri ve istisnaları olduğu bir süreç olarak görülür ve hissedilir; ikincide süreç, bir düzensizlikler dokusudur, çünkü değişmelerin ve istisnaların kendileri kuraldır. Bizim için zaman özdeş anları ya da yüzyılları yinelemez; her yüzyıl ve her an benzersizdir, farklıdır, öteki’dir.
Modernin geleneği, eski ile yeni, modern ile geleneksel arasındaki karşıtlığın ima ettiğinden daha büyük bir paradoksu gizler. Geçmİş ile şİmdi arasındaki karşıtlık yok olup gider, çünkü zaman öyle çabuk geçer ki, geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki ayrımlar yok olur. Kendimizle çelişkiye düşmeksizin modern bir gelenekten söz edebiliriz; çünkü modern çağ, eski ile güncel, yeni ile geleneksel arasındaki antagonizmi, onu neredeyse yok edecek denli aşındırmıştır. Zamanın hızlanması olmuş olanla olmakta olan arasındaki bölünmeyi bulandırmakla kalmaz, aynı zamanda yaşlılık ile gençlik arasındaki farkları da kökleştirir’. Çağımız, gençliği ve gençliğin değerlerini öylesine çılgınca yüceltmiştir ki, bu tapınmayı bir din değilse de, bir batıl İtikat haline getirmiştir. Gene de yaş sorunu, bugün geçmiştekinden çok daha hızlı olarak karşımıza çıkmaktadır. Sanat koleksiyonlarımız, şiir antolojilerimiz ve kütüphanelerimiz, vaktinden önce yaşlanmış üsluplar, akımlar, resimler, heykeller, romanlar ve şiirlerle dolup taşmaktadır. Başımızın döndüğünü duyuyoruz: Şimdi olan bir şey, sonsuz uzak şeylerin dünyasına katılıyor, aynı zamanda da eskilerin eskisi sonsuzcasına yakınımızda. Bundan, modern gelenek ile bu kavramın çağrıştırdığı çelişkili fikirler ve imgelerin, daha rahatsız edici bir olgunun sonucu olduğunu çıkarabiliriz: Modern çağ, tarihsel zamanın hızlanmasına işaret ediyor. Gerçekte yıllar, aylar ve günler, şimdi daha hızlı geçmiyorsa da, en azından aynı sürede daha çok şey meydana geliyor. Ve daha çok şey aynı zamanda meydana geliyor -birbiri ardı sıra değil, aynı anda. Böyle bir hız kaynaşmaya yol açıyor: Bütün zamanlar ve uzamlar bir “burada ve şimdi” içinde üst üste yığılıyor.