Neden Her Şey Hâlâ Yok Olup Gitmedi?
Her zaman, her an, her şekilde Baudrillard ilgiyi, algıyı ve modern Batı’nın “küreselleşme” hastalığını teşhis edip, ona neşteri vurmakta… Aslında metin gidişinde “Ortadan Kaybolma Sanatı” isimli bölüm en çok ilgimi çekiyor ama.. “Neden Her Şey Hâlâ Yok Olup Gitmedi?” Oğuz Adanır çevirisi ile Boğaziçi Yayınları’ndan 2012 yılında çıkmış, alıntı o kitabın başından…
İşe gerçeğin ortadan kaybolmasından başlayalım. İletişim araçlarıyla sanal teknolojinin ortaya çıktığı ve her yerin değişik tipte ağlarla kaplandığı bir çağda gerçekliğin katledilmesinden yeterince söz edildi. Bu arada gerçeğin ne zaman ortaya çıkmış olduğu meselesi unutulup gitti. Biraz yakından incelendiğinde gerçek dünyanın bilimsel, analitik yöntemle değiştirilip dönüştüıülme ve bu işin teknoloji aracılığıyla gerçekleştirilme kararının verildiği modernleşme çağında ortaya .çıktığı görülmektedir. Hannah Arendt’in deyişiyle yeryüzü dışında (Galileo’nun teleskopu bulması ve matematiksel hesabın keşfedilmesiyle başlayan) bir Arşimed noktası icat edilerek doğal dünya kesinlikle bu noktanın dışında kalan bir yerlere taşınmıştır. Bu bir yandan dünyayı çözümlemeye ve dönüştürmeye çalışan insanın aynı zamanda bir gerçekliğe benzettiği dünyadan kopmaya başladığı andır. Öyleyse paradoksal bir şekilde gerçek dünyanın ortaya çıktığı andan itibaren ortadan kaybolmaya başladığı söylenebilir.
Sahip olduğu o istisnai öğrenme yeteneği sayesinde insan bir yandan dünyaya bir anlam, bir değer ve bir gerçeklik kazandırmaya çalışırken, diğer yandan bunlara koşut bir şekilde eriyip gitmelerini sağlayacak bir süreç başlatmıştır (“çözümlemek” sözcüğün gerçek anlamında ”eritmek” demektir).
Hiç kuşkusuz daha önceki dönemlere giderek kavram ve dilyetisi sözcüklerinin de ne zaman ortaya çıkmış olduklarına bir bakmak gerekir. Çünkü insan şeyleri kafasında canlandırıp,· isimlendirip kavramsallaştırarak var ederken aynı zamanda da onları ait oldukları ham gerçekliğin içinden kurnazca çekip alarak yok oImalarına neden olmaktadır. Örneğin, sınıf mücadelesi de Marx onu bu şekilde adlandırdıktan sonra ortaya çıkmıştır. Oysa Marx ona bu ismi yakıştırmadan önce de çok yoğun bir mücadele vardı. Bu ismi aldıktan sonra zaman içinde yoğunluğunu yitirmiştir. Bir şeye bir isim verilip, temsil edilebilir bir hale getirilip, bir kavram niteliği kazandırdığı andan itibaren o şey bir hakikate dönüşme ya da kendini bir ideoloji olarak dayatma pahasına bile olsa yavaş yavaş canlılığını yitirmektedir. Bilinçaltı ve Freud tarafından keşfedilmesi konusunda da benzer şeyler söyleyebiliriz. Bir kavram ortaya çıkmaya başladığında temsil ettiği şey ortadan kalkmaya başlamaktadır.
Hegel, baykuş gün batarken uyanır demektedir.
Kendisinden sanki bir gerçeklikten, tartışılmaz bir gerçeklikten söz edercesine söz edilen ve hakkında bu kadar çok şey söylenen küreselleşme belki de artık popülaritesini yitirmiş bir hareket olup, biz şu anda başka bir şeyle cebelleşiyor olabiliriz. Gerçek, kavramın içine bu yöntemle sokulup yok edilmektedir. Daha da paradoksal olarak nitelendirilebilecek bir şey varsa o da kavramın, fikrin (ama aynı zamanda fantazm, ütopya, düş ve arzunun) tam ters denilebilecek bir süreç aracılığıyla gerçekleştirilme anında nasıl ortadan kaybolduğudur. Gerçeklik abartılı boyutlara ulaşıp her şey yok olmaya başladığında, sınır tanımayan teknolojik olanaklar zihinsel ya da maddi anlamda her yeri sarıp sarmalamaya başladığında, insan sahip olduğu tüm olanakları zorlayarak -materyalizmin ulaştığı en üst aşama olarak nitelendirilebilecek istisnasız tüm yaşam alanlarından kovarak- kendisini içine kabul etmeyen yapay bir dünya oluşturup ortadan kaybolabilmektedir. (Marx’a göre bu yorumlamanın ulaştığı idealist bir aşama olup, bu aşamada dünyanın insandan yoksun bir dünya haline getirilmesinin önü alınamayacaktır). Böyle bir dünya kesinlikle nesneldir, çünkü ortada onun varlığına tanıklık yapabilecek hiç kimse kalmamıştır. Tamamıyla işlemsel bir biçim kazandığından bizim tarafımızdan zihinsel bir şekilde canlandırılmaya ihtiyacı olmadığı gibi kafada yeniden canlandırılabilmesi de olanaksızdır.
Zira insanın temel özelliklerinden biri yeteneklerini sonuna kadar zorlamamakken, teknolojik nesnenin temel özelliklerinden biri yeteneklerini sonuna kadar zorlayarak bunların çok ötesine geçip, kendisiyle insan arasına kesin bir sınır çizgisi çekmek hatta yaşamın her alanında insana karşı kullanabileceği sınırsız sayıda olanağa sahip olup, belli bir süre sonra insanın tamamıyla ortadan kaybolmasını sağlamaktır.
Marx’ın öngördüğü modern dünya çelişki üstüne oturan, olumsuz sürecin itici güç görevi yaptığı bir yerken; zaman içinde giderek abartılı boyutlara ulaşan kusursuzlaşma çabasıyla şeylerin var olabilmek için artık karşıtlarına gerek duymadıkları, ışığın var olabilmek için artık gölgeye, dişinin var olabilmek için artık erile (ya da tersi) ihtiyaç duymadığı, iyiliğin artık kötülüğe, dünyanın ise artık bizim varlığımıza gerek duymadığı bir yer haline gelmiştir.